TEVHİDNÂME İLE KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİNE YOLCULUK (30.BÂB) 

GÜNCELLENME TARİHİ: 04 NİSAN 2020 // 11 ŞABAN 1441 CUMARTESİ

 (TEVHİDNÂME-30):

Allah’ım!

Bizlere, Sen’i öyle delice sevmeyi(38) nasip buyur ki, Sen’den gayrı bütün mâsivaya gönül bağlamaktan bizleri halâs eylesin!

***

30.BÂBIN DUASI  (YAKARAN GÖNÜLLERDEN…)

Ey sevgisi her şeyin başı ve bütün sevgilerin de en saf, en duru kaynağı olan!

Ey sevgisi bütün olumsuzlukların yegâne devası olan Habîb!

Ey sevgisi dinimiz, imanımız, cesetlerde canımız Sevgililer Sevgilisi Habîb!

Ey sevgisi her şeyin başı, bütün sevgilerin en saf, en duru kaynağı ve Yüce Zâtı bizzat sevilmeye layık olan yegâne Mahbûb!

Ya Rab! Gönüllerimize, Sana dua dua yalvarmanın lezzetini duyur. Muhabbet ve sevgi havuzlarından doyasıya içmeyi lutfet. Seni sevmenin ve Sana kurbiyetin halâvetiyle sinelerimizi doldur.

Her türlü musîbet ve belalardan koru ve salih ibâdının kalblerine yerleştirdiğin gibi bizim kalblerimize de Seni delicesine sevme duygusunu yerleştir!

“Bizi bu vazifede istihdam eyle. Gökte ve yerdeki kulların arasında bizim için sevgi ve hüsnükabul vaz’ et. Bizi muhlis, muhlas, muttaki, vera’ sahibi, zâhid, kurbiyete mazhar, Rabbinden hoşnut ve Rabbi kendisinden hoşnut, kalbi temizlerden temiz, Seni seven ve nezdinde sevilen, Senin likâna ve Habîbi’nin vuslatına iştiyakla dopdolu bulunan kullarından kıl!..”

***

TEVHİDNÂME MÜZAKERESİ

KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ PENCERESİNDEN 

 [38] C.HAKKI (cc)DELİCE SEVME ONA GÖNÜLDEN BAĞLANMA :

“Hakk’ı duyurma aşk u heyecanıyla, O’nu tanıtıp sevdirmeyi gaye-i hayal edinerek, bütün dünyevîliklerin yanında, Cennet’i, huriyi, gılmânı, sarayı/sarayları ve çağlayıp duran şeker-şerbet ırmakları görmeyecek şekilde, “Tanıtın ve sevdirin Allah’ı kullarına ki sevsin O da sizi!..(38)” vird-i zebanları, yürümüşler önlerindeki kandan-irinden deryalara rağmen bu mefkûre-i mübecceleye doğru. Ve işte hayvaniyetten sıyrılıp kalb ve ruh ufkunda bitmeyen bir maraton içinde bulunan Hak kapısının gerçek kalb ehli sâdık bendeleri de bunlardır.”

[KENDİ DERİNLİĞİYLE LATÎFE-İ RABBÂNİYE-2 – Çağlayan-Kalbin Zümrüt Tepeleri-01 Aralık 2017]

“ Gizli-açık her vesile ile O’nu anlatıp sevdirmeye(38) çalışanlar, gönül kapılarının O’na ve insanları O’na ulaştırmanın -gaye ölçüsünde- yanıltmayan vesilesi Hazreti Ruh-u Seyyid-il Enâm’a açılması için sürekli çırpınıp duranların, -kendileri farkına varsınlar varmasınlar- Mele-i A’lâ’nın sakinlerince alkışlandıkları/alkışlanacakları muhakkaktır.

Nasıl olmasın ki, bu yolun yolcuları sevdirirler sevdiklerini ulaştıkları (38) herkese, en müessir argümanları hal ve temsil diliyle. Hep Hakk’ı soluklanır ve sevdirirler açıldıkları her yörede.. ve ererler bu sayede o ilahî sevgiye perde perde. Söz Sultanı’nın: “Sevdirin Allah’ı kullarına ki seviversin O da sizi!..” beyanı vird-i zebanları, hep “sohbet-i Cânan” der yürürler güneşin doğup-battığı en ulaşılmaz yerlere. Bu da, damla ölçüsünde küçük bir teveccühe deryalar vüs’atinde öyle ilahî bir mukabeledir ki, “cihan-paha” sözü bile onu ifade etmez.

O’nu sevdirmeye giden yol ve vesilelerin başında Hazreti Ruh-u Seyyid-il Enâm’ın vesayet ve çizgisinde olmak gelir.”

[HAK YOLUNA ADANMIŞ RUHLAR – Çağlayan-Kalbin Zümrüt Tepeleri-01 Haziran 2017]

“Ubûdiyet bellidir; “Allah sevgisi(38) dediğimiz hususun da, biri O’nu sevmek, diğeri de O’nun tarafından sevilmek olmak üzere iki mânâsı vardır. Kur’ân-ı Kerim, bu iki hususa temas sadedinde “O onları, onlar da O’nu severler.”der, hem Zât-ı Ulûhiyetin hem de kulların seven olduklarını ifadenin yanında sevildiklerini de hatırlatır. Elbette ki böyle bir sevgi (38) bizim kendi aramızda olan aşk u muhabbetten çok farklı bir şeydir. O’nun kullarına sevgisi rıza televvünlü bir teveccüh ve akıbetleri itibarıyla bir taltif; mü’minlerin O’na karşı aşk u iştiyakları ise, bütün güzelliklerin, kemallerin, iltifatların, ihsanların… biricik sahibi olması açısındandır.”

[ALLAH VE ULÛHİYET HAKİKATİ – Sızıntı-Kalbin Zümrüt Tepeleri- 01 Aralık 2004]

 “Allah Resûlü, hulleti aşk u iştiyaka inkılâp etmiş bir mahbûb u muhibdi ve böyle bir pâyeye mazhariyetinin de farkındaydı. “Bî kem u keyf” sevildiğini biliyor ve “bî hadd ü hisab” sürekli sevgiyle soluk(38) lanıyordu. Ne bir mansıp ne de vuslat talebi.. Mâbud’unu bildiği için ibadet ediyor, imanını mârifetle derinleştiriyor, daha engin bilmeler adına hep “hel min mezîd” kulvarlarında koşuyor ve mârifetinin çağlayanlara dönüşmesi ölçüsünde de garazsız, ivazsız, hâlisâne bir muhabbetle, hem de vuslat hesaplarına girmeden, ciddî bir ubûdiyet temkiniyle O’nu can u gönülden seviyordu. Cenâb-ı Hakk’ı bu çerçevede ve O’nun ululuğuna yakışır şekilde sevmek(38) , O’na âşık olmak ve o uğurda her zaman iştiyakla soluklanmak, o en güçlü iradeye Allah’ın fevkalâdeden bir teveccühü, pâyeler üstü bir pâyesiydi ve bu sâyede O, bu yüce mansıbın biricik kahramanıydı. Hullete kendi samimiyetinin boyasını çalan ve insan özündeki o derin dostluğu aşk u şevkle taçlandıran da yine O olmuştu (aleyhi salavâtullâhi ve selâmuhu mil’e’l-ardi ve mil’e’s-semavât).

[HULLET – Sızıntı-Kalbin Zümrüt Tepeleri-31 Aralık 2003]

***

“2.Vecddir; iman, mârifet, muhabbet ve zevk-i ruhanî ile donanmış bir kalbin, beklenmedik bir anda şevk ü tarab veya bir kısım vâridâtla coşmasıdır ki, üzerinde durduğumuz konunun esasını teşkil eder ve “Kimde şu üç şey bulunursa, imanın tadını tatmış olur.” gerçeğine dayanır.

Bu gerçeğin hulâsası da: Allah ve Resûlü’nü her şeyden fazla sevme, sevdiklerine Allah (celle celâluhu) için muhabbet etme (38), Cehennem ve Cehennem vesilelerine karşı teyakkuz ve ürperti içinde bulunma.. gibi hakikatlerdir.

[VECD VE TEVACÜD – Sızıntı-Kalbin Zümrüt Tepeleri- 30 Haziran 1995]

 

 ***

TEVHİDNÂME -BAŞYAZI MÜZAKERESİ

SIZINTI-ÇAĞLAYAN BAŞYAZILARI PENCERESİNDEN  

[38] C.HAKKI (cc)DELİCE SEVME ONA GÖNÜLDEN BAĞLANMA :

O’nu delice severken kat’iyen alacaklılar gibi davranmaz; her zaman verecekli olma hacâlet ve hulûsiyle, Râbiatü’l-Adeviye gibi: “Zâtına yemin ederim ki, Sana Cennet talebiyle kulluk yapmadım; Seni sevdim ve kulluğumu ona bağladım.” der, yürürler O’nun ulu dergahına coşkun bir aşk sermayesiyle; yürür ve hep O’nun kendilerine olan lütuf ve ihsanlarını yâd ederler. Kalbleriyle sürekli O’na yakın durmaya çalışır, akl u fikirleriyle de O’nun merâyâ-yı esmâsında müşâhededen müşâhedeye koşar; her şeyde muhabbetten sesler dinler, her çiçekte aşk u şevkten ayrı bir rayiha ile mest olur, her güzel manzarayı O’nun güzelliğinin tecellîsinden akisler gibi temâşâya alırlar. O’na karşı hep sevgi düşünür, sevgi duyar, sevgi konuşur, bütün eşyayı bir sevgi şöleni gibi seyreder ve bir sevgi armonisi gibi dinlerler.

Muhabbet, bu ölçüde otağını kalb yamaçlarına kurunca artık bütün zıt hâdiseler aynı şeymiş gibi duyulur; huzur-gaybet, nimet-musibet, acı-tatlı, rahat-mihnet, elem-lezzet hep aynı sesi verir ve aynı edada görünürler; zira, seven gönül cefayı-safayı bir bilir, derdi derman gibi görür, ızdırapları kevserler gibi yudumlar; zaman ve hâdiseler ne kadar amansız olursa olsun, durur o kımıldamadan durduğu yerde en derin bir vefa duygusuyla. Gözleri hep kendisine aralanacak kapı aralığında, yatar pusuya ve değişik dalga boyundaki teveccüh ve tecellîlere açık durmaya çalışır. Sevgisini O’na saygı ve itaatle taçlandırır. Kalbi sürekli O’na inkıyat duygusuyla çarpar ve sevdiğine muhalif düşme korkusuyla tir tir titrer; titrer ve devrilmemek için de yine o biricik istinad ve istimdat kaynağına sığınır. Onun bu ölçüde sürekli sevdiğiyle muvafakat arayışı içinde olması, zamanla onu gökte ve yerde herkes tarafından sevilen bir mahbub hâline getirir. Onun hesabında sadece Hak vardır; ötelere göre de olsa beklenti içinde bulunmayı aşkına ihanet sayar; ama kendi kendine gelen iltifat ve teveccühleri reddetmeyi de saygısızlık kabul eder ve ne gelirse öper, başına kor sonra da “Bunların istidraç olmalarından Sana sığınırım.” der inler.

[ALLAH SEVGİSİ_ Sızıntı Başyazı _Temmuz 2003]