YENİ UFUKLARA AÇILMAK İÇİN

“DERİN DÜŞÜNMENİN” ŞİFRELERİ-1 / 3

[(-) 3. TAKLİT]

MÜZAKERE KAYNAK METİNLER:

1- 524.Nağme:DÜŞÜNCENİN ÖNÜNDEKİ GULYABÂNÎLER 

2- DÜŞÜNCE VE AKSİYON İNSANI  23/04/2017

3-YİTİRİLMİŞ CENNETE DOĞRU: ÖZE DÖNMEK

BÖLÜM-1: ÖNCE TESPİT… SONRA REÇETE (“TAKLİT HASTALIĞI”NA ŞİFÂYÂP REÇETE)

DERİN DÜŞÜNMENİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER / GULYABANİLER:

3- TAKLİT

“Önyargı”, “şartlanmışlık (olumsuz şeylere)”, “taklit”, “dediğim dedik” düşüncesi… Başkalarının düşüncelerine karşı hor ve hakir bakma, “Ben ne diyorsam, doğru odur!” mülahazası…

Düşüncenin canına okuyan, üzerine kezzap döken mel’un mülahazalardır bunlar. O açıdan da bunların hepsinden sıyrılmak, bu gulyabanilerden kurtulmak lazım ki, insan, düşünceleriyle sâlim bir noktaya, bir neticeye varabilsin; yoksa varamaz, mümkün değil…

… 

[KIRIK TESTİ :KÜLTÜR MÜSLÜMANLIĞI VE TAHKÎKÎ İMAN  12/12/2004. ]

Taklit;

  • başkasının fikir ve düşüncelerini doğruluğunu test etmeden kabullenmek,
  • onun hal ve hareketlerini tekrarlamak,
  • ona benzemeye çalışmak
  • ve bir şeyin “kalp”ını yapmak demektir.

Taklit bütün bütün mezmum değildir, peygamberler ve hak dostları gibi taklit edilmesi faydalı hatta gerekli olan şahıslar da vardır. Bu, özleri sâfi, düşünceleri duru; kafaları Hak’la halk arasında büyük gerçeğin haliçesini ören müstesna insanları taklit doğruya yönlendirici ve maddî ma’nevî huzura erdiricidir.

Bu taklitte, hürriyet ve iradeyi nefy ve inkâr yoktur; bilakis hürriyet ve iradeyi müdafaa ama su-i istimale de meydan vermeme vardır.

Zararlı taklit ise,

  • akl-i selim kâle alınmadan,
  • müspet fenlerin ortaya koyduğu neticeler düşünülmeden,
  • insanın, yine kendisi gibi insanların düşüncelerini benimsemesi
  • ve onların hareketlerini tekrarlamasından ibarettir.
  • Böyle bir taklit, insanlık mânasına hakarettir
  • ve insanı, kendi gibi aciz ve zayıf varlıklara köle yapar.

… 

[Kırık Testi: DÜŞÜNCE VE AKSİYON İNSANI  23/04/2017.]

“Biz, milletçe, bu kahredici hastalıklar ağında kıvranırken, batının sûrî ve maddî terakkisi karşısında bir kısım kamaşan gözler, bulanan bakışlar ve dönen başlar, dimağlarını müsbet fenlerle, gönüllerini dinî hakikatlerle donatıp, maddî-mânevî zenginliklere ereceklerine bütün bütün ruhsuz ve köksüz davranarak, millî ve dinî en hayatî dinamiklerimizi görmezlikten gelerek, kör bir taklit ve şablonculukla,

  • kitleleri millî seciyeden tecrid,
  • tarih şuurundan mahrum,
  • ahlâk ve faziletten de yoksun bıraktılar.

Bence, milleti kurtarma mülâhazasıyla sapılan bu ikinci yol ve gerçekleştirilen bu ikinci hareket daha zararlı oldu ve toplumun ruhunda onulmaz yaralar açtı.

… 

[ÇAĞLAYAN BAŞYAZI : HAK YOLUNA ADANMIŞ RUHLAR. 01/06/2017]

Taklit çeperine takılmış, şekil ve suret çitlerini aşamamış mukallitlerin duyup değerlendirmesi, değerlendirip bunu içtenleştirmesi çok zor, hatta imkânsızdır.

Dimağların bütün nöronlarında, kalblerin safvet ve derinliklerinde öylesi engin bir iman hissi olmayınca

  • bu manevî anatomide marifet ziyası da bulunmaz;
  • marifet nur ve ziyasının bulunmadığı bir gönül ve ruhta da muhabbet olmaz
  • ve hele aşk u iştiyak-ı likaullah meltemleri hiç mi hiç duyulmaz.”

[YİTİRİLMİŞ CENNETE DOĞRU: ÖZE DÖNMEK  Eylül 1985]

Evet, belki, benliğimizin sınırlarını belirleyebilmek, özümüze ait hususiyetleri eksiksiz ortaya koyabilmek için, belli bir ölçüde, başkalarını bilmeye de ihtiyaç vardı; ama keşke bunu paradokslara girmeden ve özümüzü hırpalatmadan yapabilseydik.

Bizde öteden beri alafranga bir zümre, herhangi bir kritiğe tâbi tutmadan her şeyiyle batıyı taklit ederken, diğer tarafta ayrı bir grup, hep onu suçlamayı deneyip durmuştur.

Aslında her iki zümre de peşin hükümlülük içindeydi ve hata ediyordu. Batı, ne öyle taklit edilmeli, ne de böyle yerin dibine batırılmalıydı. O alınacak yanlarıyla alınmalı, atılacak taraflarıyla da atılmalıydı. Gel gör ki; batı, ne taklit edilebildi, ne de eracifine karşı sınırlar çizilip kapıların kapalı tutulması gerektiği noktada hassasiyet gösterilebildi.

Bugüne kadar kayıtsız şartsız batıya hayranlık duyanlar olsun, onu hakikî mânâsıyla taklit edebilselerdi, kim bilir belki de belli bir seviyede batılı olabilirlerdi..! Ama, ne onlar, ne biz, ne de bağlı bulunduğumuz şu garipler dünyası basitlerden basit bu meseleyi hiçbir zaman kavrayamadık; bundan dolayı da hasımlarımız tarafından tekrar tekrar nakavt edildik.

… 

***

“TAKLİT HASTALIĞI”NA ŞİFÂYÂP REÇETE

TAKLİTE KARŞI İRADENİN ZAFERİ 

Nurettin Topçu, isyan ahlâkını iradenin davası olarak değerlendirmiştir; bu konuda “İradenin Davası, Devlet ve Demokrasi” adında müstakil bir kitabı da vardır. Ona göre, gerçek ve tam irade, fertten başlayan, aile ve devlet gibi otoriteleri kabul eden, millet ve insanlık basamaklarından da geçerek Allah’a ulaştıran iradedir.

Dolayısıyla da, isyan ahlâkı, bir insanın kendi inanç, düşünce, his, kanaat ve karakteriyle kendini ifade etmesi; taklit, şablonculuk ve basmakalıpçılığa başkaldırması; her meseleyi öz değerlerinin süzgecinden geçirdikten sonra kendi idrak ufku itibarıyla yeniden değerlendirmesi ve kendine mal etmesi demektir.

Aslında, isyan ahlâkı, iradenin hakkını verme açısından ele alınırsa, o meselenin temeli çok eskilere gider, dayanır. Çünkü, Ehl-i Sünnet alimlerinden bazıları “Taklidî iman makbul değildir, tahkike ulaşmak gerektir” demişlerdir.

Tahkik;

  • bir şeyin doğru olup olmadığını iyice araştırmak;

  • hakikata ulaşmak için çalışıp didinmek, cehd ve gayret göstermek

  • bir meseleyle alâkalı temel rükünleri ve şartları masaya yatırma,

  • onları sökme, parçaları birbirinden ayırma;

  • sonra tek tek inceleme,

  • kendi seçimini ve beğenisini de o işin içine katarak parçaları tekrar bir araya getirme,

  • birbirine ekleyip bütünü yeniden elde etme;

  • böylece onu kendi eserine, kendi cehd ve gayretinin neticesine dönüştürme demektir. (–İsterseniz siz buna analiz ve sentez de diyebilirsiniz.)–

  • Bir işin içinde, insanın kendi akıl, mantık, muhakeme ve değerleri açısından böyle bir inşa gayreti varsa, o işin nihayetinde ortaya çıkan semere o insanın sayılır.

  • Artık insan, o işi ya da içinde kendi duygu ve düşüncesi bulunan o fikri kendisine mal etmiş olur. 

Haddizatında, iman, Cenâb-ı Hakk’ın murâd-ı sübhânîsiyle insanın içinde yaktığı bir ışıktır, bir nurdur. Neticede, insanın gönlünde imanı, iz’anı ve yakîni yaratan; onda yakîn üstü bir hâl hâsıl eden ve insanı Zat-ı uluhiyetin sübuhât-ı vechiyle her şeyin yanıp kül olduğu ufka ulaştıran Allah Teâlâ’dır.

Fakat bütün bu mertebelere ulaşma yolunda

  • araştırma,
  • tedkik,
  • o mevzuda isteklilik,
  • ısrar
  • ve süreklilik ile beraber ibadette derinleşme

gibi hususlar da şart-ı âdi planında birer vesiledir. Bu vesileler de insana verilen irade sayesinde değerlendirilebilmektedir. İrade, bir eğilim veya eğilimde tasarruftur; yani bir insanın, iki şeyden herhangi birini seçme cehd ve gayretini ortaya koymasıdır. Aslında bu, bir şart-ı âdidir ve tabii bu şart-ı âdide, sebeple-müsebbeb arasında tenasüb-ü illiyet prensibine göre bir münasebet de yoktur. 

İrade bir katkı maddesine benzetilebilir. Bir kaşık maya ile bir kazan sütün yoğurt haline gelmesi gibi insanın irade adlı bir kaşık mayasına da çok büyük mükafatlar va’d edilmekte ve verilmektedir. Şayet, Cenâb-ı Hak, çok büyük icraatını irade dediğimiz o şart-ı âdiye bağlamışsa, O’nun teveccühü açısından o küçük katkı maddesi çok önemlidir.

[YİTİRİLMİŞ CENNETE DOĞRU: ÖZE DÖNMEK  Eylül 1985]

Öze dönme, ırkî bir tavır, kan bağıyla hareket etme ya da dış dünyaya karşı bütün bütün fermuarını çekip kendi modeli içinde sıkışıp kalma mânâsında anlaşılmamalıdır.

Öze dönme,

  • ne zamanın dişleri arasında aşınıp giden ve maddî-mânevî hiçbir değer ifade etmeyen şeylere gönül kaptırmışlık,

  • ne de temelde bize ait olmadığı halde sonradan içimize sokulmuş yabancı değerlere, bâtıl inançlara, ruhî ve zihnî tekâmülümüzü engelleyen eskimiş şeylere bağlılıktır.

  • dünü bugünle, bugünü de yarınla bir arada görme

  • ve asırların birikimi kültür menşuruyla, ayıklanacakları çıkarıp atma, geride kalanlara da sımsıkı sahip çıkma

  •  milletçe varlık ve bekâmızın önemli bir şartı olduğu gibi, yabancı değerlerin hücumundan kurtulma ve zaman zaman millî ruh şahikalarını bir duman gibi saran yabancı düşünce ve asimilasyonlardan da zarar görmemenin tek yolu

  • Öze dönme hamlesinde muvaffak olan toplumlar, aynı zamanda, yitirdikleri tabiatlarını da kazanmaya, kendileri gibi düşünmeye, kendileri gibi konuşup kendileri gibi soluklamaya muvaffak olurlar.