BAMTELİ/BAŞYAZI MÜZAKERESİ
BAMTELİ: YİTİKLERİMİZ, ARAYIŞ VE DİRİLİŞ_ 14/04/2019
Diriliş: Senelerden beri, üç asırdan, dört asırdan beri balyozlarla, külünklerle yıkmaya çalıştıkları bir şeyi, bir kaleyi tamir ediyorsunuz.
Öyle bir ba’s-ü ba’de’l-mevt, öyle bir diriliş…[1]
Acaba bir nesilde mi halledilir, iki nesil mi ister, üç nesil mi ister?
Diş sıkılırsa, ihlas istikametinde, ihsan duygusu istikametinde konsantrasyona geçilirse, hep oturulur kalkılır “Allah!” denirse, Allah’ın izni-inayetiyle, belki bir nesle bile kalmaz, on senede olur.[2]
Bu, hemen birden bire yapılacak gibi değil. İhlas, samimiyet, vefa, adanmışlık ruhu bazen bir nesilde bu meseleyi Allah’ın izni-inayetiyle ayağa kaldırır. [3]
Yitikler, bir yönüyle, keşfedilmiş olabilir: Şunu yitirmiştik, şunu yitirmiştik, şunu yitirmiştik, şunu yitirmiştik… İnsanî değerleri de yitirmiştik…
Bunları arama ruhuyla yeniden kendimiz oluruz. -“Kendimiz olma” konusuna dair yazılmış yazılar var.- Yeniden kendimiz oluruz…
Cenâb-ı Hak, bizi, kendimiz olmaya muvaffak eylesin!..
“Biz, böyle tohumlar şeklinde kendimiz adına yok olursak, kendimizi düşünmeyecek kadar bu mevzuda, fenâ-fillah, bekâ billah maallah olursak, Allah’ın izni-inayetiyle, öyle bir diriliş gerçekleşir ki, hakikaten herkese parmak ısırttırır ve herkes bizi parmakla işaretler.”
Cenâb-ı Hak, en yakın zamanda öyle bir ufka yönlendirsin. Yitiklerimizi gidermeye, telafi etmeye bizleri muvaffak eylesin!..
Fakat yitirdiğimiz şeyleri bulma adına belki tarihin sayfaları arasında yeniden meseleyi bir kere daha mütalaaya tâbi tutmamız, analizlerimizi ve sentezlerimizi ona bakarak yapmamız lazım.
Mâ-fâtı telafi adına Cenâb-ı Hakk’ın sizlerde ekstradan, yeniden, şiddetli bir arzu ve istek uyarmasını cân u gönülden arzu ederim.
—-
BELKİ BİR GÜN BİZ DE DİRİLECEĞİZ
Yıllar var ki bu mağmum coğrafyada hemen her zaman bir diriliş esintisi ve fevkalâdeden bir sur sesi bekleyip durduk. Allah daha fazla bekletmesin; fakat biz, yitirdiğimiz değerleri elde edeceğimiz güne kadar hep böyle aktif bir bekleyiş içinde bulunmaya kararlıyız.
Ama acaba, böyle önemli bir beklenti adına, mevcut donanımımız, metafizik gerilimimiz, Hak karşısındaki duruşumuz yeterli mi.!
Değilse, böyle pasif bir duruşa beklenti denmeyeceği açıktır; o hâlde, eğer beklediğimiz “ba’sü ba’de’l-mevt” duyguda, düşüncede, kalbî ve ruhî hayatta kendimiz olma şeklinde bir diriliş unvanı ise –ki öyle olduğunda şüphe yok– beklentilerimizle beraber durumumuzu bir kere daha gözden geçirmemiz icap edecektir.
Evet, bazen bütün sorumluluklar yerine getirilmiş olmasına rağmen doğrulup kendini ifade etme ve bir diriliş eri olduğunu ortaya koyma hemen gerçekleşmeyebilir. Bu bazen, diriliş bekleyen kimsenin henüz tam kıvamına ulaşamayışından, ulaşıp bütün enerjisini kendi ruhunun âbidesini ikameye teksif edemeyişinden kaynaklanır; bazen de üzerine lâzım olmayan şeylerle meşgul olup dağınıklığa düştüğünden konunun vetireye farklı düşmesine sebebiyet vermiş olabilir.
Aslında dirilip kendimiz olmamız bir ilâhî atiyye ise -ki öyledir- henüz o atiyyeyi taşıyacak güce ulaşamadan verildiği takdirde, kadri bilinemeyeceği için gelmesiyle gitmesi bir olacak ve telafisi çok daha güç yeni bir kısım mahrumiyetlerin yaşanmasına sebebiyet verecektir.
Sebep ne olursa olsun bize, kurallarına göre ve hikmet dairesinde vazifemizi yapıp ötesini Allah’a havale etmek düşer.
Her diriliş eri bilmelidir ki, o, Allah ve Resûlü’nün çağrısına icabet ettiği takdirde Cenâb-ı Hak da ona diriliş yollarını gösterecek ve onun dökülüp yollarda kalmasına asla meydan vermeyecektir. (SÜKUTUN ÇIĞLIKLARI – SIZINTI HAZİRAN 2006)
—
GELİN BİR KERE DAHA KENDİMİZ OLALIM
Gelin, milletçe gönüllerimizi cehaletten, kabalıktan, bağnazlıktan, kinden, nefretten, hasetten arındırarak, dinî desen ve millî renklerimiz çerçevesinde yeniden kendimiz olalım. “Erbaîn”ler çıkarırcasına, gece-gündüz sürekli nefsanî arzularımıza karşı durarak, kalblerimize ve ruhlarımıza rahat bir nefes aldıralım.
Öyle ise gelin, bilmeyi bilelim; kendi özümüzü keşfetmeye çalışalım ve vicdanlarımızı mârifetle harekete geçirerek el ele, gönül gönüle hep beraber Hakk’a yürüyelim.
Gelin, bütün benliğimizle Hakk’a yönelip Hak’ta buluşalım.. böyle bir nokta itibarıyla unutulacak şeyleri bütünüyle gönüllerimizden çıkarıp atalım ve tutulup korunması gereken değerleri de birer göz nuru gibi canlarımızdan daha aziz bilerek, sinelerimizin nefse ve şeytana kapalı en mahrem yerlerinde sımsıkı korumaya alalım; ulaşmasın, ulaşamasın ona hiçbir hain düşünce ve zalim el, ilişemesin hiçbir menfur emel.
Gelin, bütün insanlar karşısında, tıpkı meyveli ağaçlar gibi olalım; olalım ve semtimize sokulanları, gölgeden daha başka şeylerle de mükâfatlandırarak, bütün vâridâtımızla onların başlarına boşalıp duralım ve tabiî kendimiz de her zaman toprakla sarmaş-dolaş kalalım… (ÖRNEKLERİ KENDİNDEN BİR HAREKET- SIZINTI EYLÜL 2000)
—
KENDİ RUHUMUZU ARARKEN
Birkaç asırdan beri tamamen üslûbunu yitirmiş şu dünyada herkes bir şeyin peşinde; biz de kendi ruhumuzu arıyoruz. Bu aramayı devam ettirebilirsek, kendimiz olarak dirileceğimiz günlerin çok yakın olduğunu söyleyebiliriz..
Evet, gözlerimizi kapayıp Hakk’a kulluk neşvesi içinde, dünyanın dört bir yanına saçacağımız tohumlar, O’nun inayetiyle bir gün mutlaka hayata yürüyecek; hatta çürüyüp gittiğini zannettiklerimiz bile, mevsimi gelince yediveren, yetmiş veren başaklar gibi salınıp kendi tâli’lerinin bestelerini mırıldanacaklardır.
Yürüyeceğiz istikbale –Allah’ın inayetiyle– iman, ilim atbaşı; düşünce, ibadet iç içe; sebeplere riayet ve tevekkül sarmaş-dolaş; ümitlerimiz hareket kaynağı, sabır arkamızda koşturan bir yol arkadaşı; nikmetler aynı nimet, nimetler de beklentisiz gelen avanslar gibi her şeyin gerçek kaynağına itimat referansı..
Biz yürüyeceğiz; O da, gözlerimizde öteler dalga boylu ziya tecellileri, kulaklarımızda sözlerin en doğrusunu bulandırmadan alma yeteneği ve sinelerimizde hikmet televvünlü ilhamlarıyla bizi hep koruyup kollayacak ve yol yalnızlığına bırakmayacaktır. Elverir ki, O’nunla aramızdaki Hâlık-mahlûk münasebetini bozmayalım ve O’nun iltifatlarını, ülfet ve sürekliliğin renkleri uçuran, tazelikleri solduran hazan esintili atmosferine terk etmeyelim.
—
AKSİYON VE DÜŞÜNCE
Hayatımızın en önemli, en zarurî hâdisesi aksiyondur. O uğurda pek çok şey kaybetme pahasına da olsa, sürekli aksiyon, sürekli düşünce ile bir kısım sorumluluklar altına girerek, bir kısım problemleri göğüsleyerek âdeta kendi kendimizi mahkûm edip hep hareket etme mecburiyetindeyiz.. evet, eğer kendimiz olarak hareket etmezsek, başkalarının hamle ve aksiyon dalgalarının, düşünce ve plan girdaplarının tesirine girerek onların hareket fasıllarını temsil etme zorunda kalırız.
Kendimiz olmak, kendi isteklerimizi âlemin arzu ve istekleri hâline getirmek; sonra da umum varlık içinde kendimize bir hareket mecrası bulmak ve kâinattaki umumî cereyanlar içinde kendi mecramızda kendimiz olarak akmak; yani bir taraftan bütün varlıkla bütünleşirken, diğer yandan da kendi öz çizgimizi korumak; işte İslâmî aksiyon ve düşüncenin en belirgin yanlarından biri!. (RUHUMUZUN HEYKELİNİ DİKERKEN-YENİ ÜMİT TEMMUZ 1994)
—
KÜLTÜR PROBLEMİMİZ YA DA KENDİMİZ OLMA
Kendi kültürümüzle yeniden dirilişimiz; imanla şahlanmış gönül erleri, düşünce ufkuyla yarınlarda dolaşan fikir mimarları, sanat telakkisiyle varlık ve hâdiseleri kucaklayan ve ince tahassüsleri, tefahhuslarıyla bize bulunduğumuz ufukların ötesinde yeni cevelângâhlar belirleyecek dehalar beklemekte.
Gördüğümüz ışıklar yalancı birer fecir şuâsı olsa da, arkadan gelenin “fecr-i sâdık” olacağında şüphe edilmemelidir.
İlk bakışta böyle kendimiz olarak yaşamanın amelî ya da içtimaî yararı hemen sezilemeyebilir. Ancak uzun vadede ve ısrar edilirse ilerlemenin her kademesinde onun ne ölçüde hayatî bir önem arz ettiği kendi kendine ortaya çıkar. (KENDİ DÜNYAMIZA DOĞRU -YENİ ÜMİT Temmuz-Ekim 1998)
—
DÜNYEVİLEŞME – BAŞKALAŞMA VE KENDİMİZ OLMA
Bu sebeple inanmış bir gönlün, başkalaşma yoluna sülûk etmeksizin, değişme ve başkalaşmanın bir keresine bile müsaade etmeme kararlılığı içinde olması ve temel disiplinler itibarıyla hep sabitkadem olarak yerinde sapasağlam durabilmesi çok önemlidir. Çünkü değişme veya başkalaşma temkinsizce buzda yürüme gibidir. İnsan orada her an kayıp düşebilir. O hâlde hiçbir meseleyi küçük görmeksizin giyim-kuşamdan şekil ve şemaile kadar her hususta kendimiz olarak kalabilme yollarını bulmalı ve o yolda kararlı bir tavır sergilemeliyiz. Yoksa sırf değişim fantezisinin zebunu olarak giydiğimiz bir elbiseyi modası geçti diye kaldırıp bir köşeye atarsak, başka bir zaman, onun da modası geçer ve onu da kaldırıp atma lüzumu duyarız. Zamanla bu hâl şekil ve şemailimize sirayet eder. Artık kendinden kaçan, özünden uzaklaşan bir fert olarak saçımızdan-başımızdan hafif hafif kırpmaya başlarız fakat dönüşüm ve başkalaşma orada da durmaz; bundan sonra sıra kirpiğimize mi gelir, kaşımıza mı gelir bilinmez ve neticede makası öyle bir yere yanaştırırız ki, o bizi kökümüzden koparır. (KIRIK TESTİ)
—
KAOS, İMTİHAN VE ÜMİT
Şimdilerde bize, geceleri hep seher kuşları gibi inleyip durmak ve âh u enînlerle gök kapılarını zorlamak düşüyor. Aksine eğer bir an evvel kendimize dönüp, kendi değerlerimizi, kendi dinamiklerimizi harekete geçirmezsek, daha uzun süre mahrumiyetler içinde kıvranıp durmamız kaçınılmaz olacaktır.
Evet, bugün kendini rahata salanlar şimdilerin miskinleri, yarınların da zelilleri olmaya mahkûmdurlar. Ömürlerini hissiz ve hareketsiz geçirenler, çevrelerinde ölüm sûrları ötmeye başlayınca çaresizlikle hep şaşkınlık yaşayacaklardır; yaşayacaklardır ama, yaz ve bahardaki fırsatları fevt edenler, kışta âh u vâh etmiş ve nedamet duymuşlar neye yarar ki..! İnsan, bugününü, gelecekte “keşke keşke” demeyecek şekilde değerlendirmeli ve yarınlarını karartmamaya çalışmalıdır. (SIZINTI- MAYIS 2003)
[1] Öyle bir ba’s-ü ba’de’l-mevt, öyle bir diriliş… Üstad Necip Fazıl -makamı cennet olsun- “ba’s-ü ba’de’l-mevt” derdi. O ekolden yetişen Sezai Karakoç, “diriliş” sözcüğüyle o duyguyu ifade etmeye çalıştı. Dolayısıyla ikisi de aynı şeyi ifade ediyor.
[2] Günümüzdeki telekomünikasyonu, inkişaf etmiş telekomünikasyonu hesaba katmalı… Teknoloji öyle inkişaf etmiş ki, bir tuşa basmakla, Tayvan’daki, Tayland’daki insanla hemen münasebete geçiyorsun; duygu ve düşüncelerini onun gönlüne boşaltabiliyorsun. Medya o istikamette öyle inkişaf etmiş ki, aynı günde, aynı demde, aynı ânda hemen herkese her şeyi duyurabiliyorsun. Bu açıdan da bunlar yerinde değerlendirildiği zaman, rantabl değerlendirildiği zaman, Allah’ın izni-inayetiyle, daha kısa zamanda öyle bir diriliş gerçekleştirilebilir.
[3]Fakat o ölçüde ihlas, samimiyet, vefa, adanmışlık ruhu olmazsa, belki iki nesil ister, belki üç nesil ister, bir yetmiş beş sene ister, Allahu a’lem.