“NEYE TALİP İSENİZ, KIYMETİNİZ ODUR SİZİN!..

BAMTELİ MÜZAKERESİ:

İSTİFADE EDİLEN KAYNAK:

Bamteli: ÇÜRÜME, TİRANLAR VE PARANOYA_ 20 OCAK 2019

“Bir insanın kıymet-i harbiyesi -bir yönüyle- talip olduğu şeylerin kıymet-i harbiyesi ile mebsûten mütenâsiptir (doğru orantılıdır). Neye talip iseniz, kıymetiniz odur sizin!..”

“İyilik adına olan şeyler öyle olduğu gibi, kötülük adına olan şeyler de böyle tedricîdir.”

“ İster iyilikler ve güzellikler, isterse kötülükler, başta çok küçük bir nokta olarak başlar.

Allah’a karşı terakkî adım adım olduğu gibi, çürüme, korkunç deformasyon da hep mebdede çok küçük bir şey ile başlar.

Çünkü talip olduğunuz şey, o kadar büyük, o kadar yüksek ki!.. Ahsen-i takvîme mazhariyetin gereği de odur.”

“Siz, bulacağınızı bulmuşsunuz, artık bulacağınız bir şey kalmamış. O’nu (celle celâluhu) bulan için bulacak bir şey kalmamış demektir; O’nu kaybeden de bir şey bulmuş sayılmaz!”

“O’nu bulan, ne kaybetmiştir ki! O’nu kaybeden de ne bulmuştur ki?!.”

“Ağrıttım başınızı.. helal edin hakkınızı.. deşeledim sızınızı..

bir kere daha vicdanlara/vicdanlarınıza duyurdum tanıdığınız, bildiğiniz kimselerin çektiği şeylerden dolayı acınızı!..”

A- FENALIĞA TALİP OLANLAR

(-) Fenalık, bir güve gibi bünyenize düştüğü zaman, farkına varırsanız, söker atarsınız onu. Fakat farkına varmaz iseniz şayet, içten içe sizi kemirir.

(-)  “Bir insan, bir fenalık işlediği zaman, kalbinde bir leke olur! O, İstiğfar ile, Tevbe ile, İnâbe ile, Evbe ile hemen çabuk silinmez ise, âdetâ başkasına da çağrı olur.” [1]

(-) Bir söz var, “Bir kere yalan söyleyen, sonra hayat boyu yalan söyleyebilir!”

(-) Hazreti Gazzâlî’ : “Kalb, gelecek ruhânîlere kapandığı zaman -hafizanallah- bütün kapıları ile şeytana karşı açılır.” 

(-) Bir kere yalana karşı kapıyı araladığınız zaman, bütün şeytanî kapılar kale kapıları gibi ardına kadar açılır, harıl harıl içeriye şeytanlar nüfuz eder.

(-) Zikzaka karşı kapı araladığınız zaman, bütün şeytanî kapılar kale kapıları gibi ardına kadar açılır, harıl harıl içeriye şeytanlar nüfuz eder.

(-) Tenakuzlara karşı kapı araladığınız zaman -Hayat-ı ictimâiyeye hükmedenler, bunu yapıyorlar.- bütün şeytanî kapılar kale kapıları gibi ardına kadar açılır, harıl harıl içeriye şeytanlar nüfuz eder.

(-) İnsan, günahın ezikliğini duymaz olur vicdanında;

(-) sonra, yaptığı bir küçük iyilik var ise, onun vehmî büyüklüğü karşısında kendini üveyik gibi görür, göklerde zanneder, hafizanallah.

(-) Bu konuda da Namaz adına yatıp kalkıyor ise, “Aman, ne büyük iş yapıyorum!” der. Yatıp-kalkma oysaki…

(-)  “Her günah onu işleyenin kalbinde siyah bir nokta oluşturur, bir leke yapar. Döner tekrar günah işlerse, o lekeler artar, nihayet kalbini ele geçirir.

(-) Kur’ân’da yüce Allah’ın zikrettiği “râne” budur.” Evet, her günah -bir yönüyle- ikincisine çağrı olur.[2]

Hayır hayır! Gerçek şu ki, onlar yapa geldikleri o kötü işler yüzünden kalblerini is-pas sardı da (ondan dolayı inkâr yaşıyorlar.)” (Mutaffifîn, 83/14)

B- KENDİNİ ÇÜRÜMEYE SALMIŞ İNSANLAR

(-) Yavaş yavaş insan vicdanında bir çürüme baş gösterir. Buna “insanın manevî anatomisinde deformasyon” diyebilirsiniz.

(Manevî anatomisi, yani, kalb, ruh, vicdan, his, şuur gibi insanı Allah ile irtibatlandıracak mekanizması…)

(-)  Hiç farkına varmadan Manevî anatomisi mekanizmasına güve düşmüş gibi delik deşik olur insan

(-)  Manevî anatomisi itibarıyla kendini çürümeye salmış insanlar, çevrelerindeki şuursuz, dalkavuk ve dünyaperest kimseler sebebiyle daha bir azgınlaşır,

(-) Manevî anatomisi itibarıyla kendini çürümeye salmış insanlar, Firavunlaşır, sapar ve saptırırlar.

(-) Başkalarını kendine tercih etme yoksa, hiç farkına varmadan, insanın manevî anatomisinde deformasyon meydana getirir. Hiç farkına varmadan… Çürümüştür o ama farkında değil!..

(-)  Bir kimse çürümüş ise, kafanızı ona takıp da çürümüşlüğü sadece onda mütalaa etmemek lazım.[3]

Eğer etrafındakiler de çürümemiş ise şayet, en azından biri “Yahu yeter!” diyecektir. Siz hiç duydunuz mu böyle “Yeter!” diyen bir ses?!.

Onca mezâlime, onca mesâvîye, onca şenaate, onca denâete, Hitler’in yapmadığını yapmaya, Saddam’ın yapmadığını yapmaya, Kazzâfî’nin yapmadığını yapmaya karşı bir tane pozitif ses, bir tane insanca soluk yükseldiğini duydunuz mu?!.

(-) Bir tabiat çürümeye, iç deformasyonuna, iç çürümesine müsait ise şayet, onun çevresi de bu meseleyi hızlandırır ve farkına varmadan Amnofis’in arkasından gidip dururlar. [4]

(-) Manevî anatomisi itibarıyla kendini çürümeye salmış insan, çevresindeki şuursuz, insafsız, iz’ansız, bilerek dünya hayatını âhiret hayatına tercih eden kimseler sebebiyle daha bir Azgınlaşır;

(-) Onlar alkışlıyor, takdir ediyorlar ise şayet, o insanı farkına varmadan Amnofisleştiriyorlar, Kazzafîleştiriyorlar, Saddamlaştırıyorlar demektir hiç farkına varmadan.

(-) Çürüme, korkunç deformasyon da hep mebdede çok küçük bir şey ile başlar. Başta küçük bir açıdır fakat makas açıldıkça açılır, açıldıkça açılır, açıldıkça açılır. Bu “ani’l-merkez” doğrudan kaçma/uzaklaşma…[5]

(-) Öyle açılır ki, hakikaten şeytanı bile hayrette bırakacak bir duruma düşürür insanı. [6]

C- PARANOYAYA TALİP OLANLAR

(-) Paranoya, psikiyatristlerin daha iyi bileceği bir husustur. Paranoyanın çok çeşitli sebep ve tesirleri vardır.

(-) Paranoya, bir korku, şüphe ve vehim hastalığı olarak bütün suiniyetlerin, suizanların da kaynağı gibidir.

(-) Bütün ayrıştırıcı düşünceler, “biz” ve “ötekiler” mülâhazaları  Paranoyanın ikliminde şekillenir..

 (-) O Paranoya ikliminde kararlaştırılır nâhak yere infazlar ve en dırahşan nâsiyeleri karalamalar.

(-) Eksiği-gediği bulunan, basit bir zeminden önemli, hayatî bir yere gelmiş olan, fakir bir aileden, gecekonduda oturan bir aileden gelip birden bire kendisini imkânlar içinde bulan kimseler bu maraza yakalanabilir.[7]

(-) Cenâb-ı Hak imkânlar verince, (Paranoya ruhlar) küstahlaşır; bir yönüyle, herkese tepeden bakmaya başlar. [8]

(-)  Elde ettikleri, haksız yere elde ettikleri şeyleri kaybetme vehmi ile, şüphesi ile, tereddüdü ile -bir yönüyle- septistçe yaşarlar bunlar.

 (-)  Bir de hakları olmadığı halde elde ettikleri o şeyleri “Elden kaçırırız!” diye sürekli bir vehim, bir korku, bir tereddüt yaşarlar. Bütün bunlar insandaki o paranoya duygusunu, düşüncesini tetikleyen faktörlerdir, esasen. [9]

(-) Dolayısıyla ihtimallere hüküm bina ederler. Yüzde bir ihtimal ile, bir yerdeki bir oluşum, bir karartı, belki bir gölge hakkında “Aman, bir cin olmasın!” falan derler. [10]

(-) Ya kendileri birer paranoyak olan veya hedefine ulaşabilmek için toplumsal bir paranoyaya ihtiyaç duyan tiranlar, öteden beri, yaptıkları kötülükleri meşru ve mâkul gösterme hesabına yığınlarda ürperti hâsıl edecek şeyleri kullanagelmişlerdir.

(-) İslam dünyasında, ona musallat olmuş günümüzdeki paranoyaklar, esasen, haksız yere elde ettikleri şeyleri “Elden kaçırırız!” mülahazasıyla en masum insanların kanına, ırzına, namusuna tecavüz edercesine zulümler işliyorlar.

(-) Zaten onlar için namus, ırz, falan meselesi söz konusu değil; tecavüz ederler hafizanallah. Ve bunları yapanların en tehlikelileri de İslam dünyasındadır. Neden? Çünkü o şeytanî saltanatlarını korumak için İslamî argümanları kullanırlar. [11]

(-) İslamî argümanları kullanma… Namazı kullanma.. orucu kullanma.. haccı kullanma.. “Allah!” deme, “Peygamber!” deme, hâşa ve kellâ, bunları kullanma. En tehlikelisi bu… Sürüler bundan dolayı aldanabilirler.

(-) Paranoya yaşayan ruhların bünyesine bir güve düşmüştür bunun, hiç farkına varmadan, onu kemiriyor, kemiriyor, kemiriyor. Fakat o, bunun farkında değildir. İç deformasyon yaşıyor demektir, bir iç çürümesi yaşıyor demektir.[12]

(-) Bir iç çürümesi yaşıyor olduklarından, şeytanın dürtüleri, şerareleri, sinyalleri nefis tarafından sürekli çözülerek ona sunulduğundan dolayı, şeytanın şerarelerine göre hareket etmekte,

(-) Bir iç çürümesi yaşıyor olduklarından, nefs-i emmârenin dürtülerine göre hareket etmekte

(-) Bir iç çürümesi yaşıyor olduklarından, hevâ-i nefsine uyup hareket etmektedir. [13]

(-) paranoyak olan veya hedefine ulaşabilmek için toplumsal bir paranoyaya ihtiyaç duyan tiranlar,  cinnet derecesinde her şey yaparlar. Kanun yoktur, bilmezler kanunu…[14]

 (-) Tiranlar , Kavmini hafife alır… “Kast sistemine (İnsanları tabakalandırma…) göre, siz, benim seviyemde insan değilsiniz!”

Kur’an-ı Kerim diyor ki “O halkını küçümsedi, onlar da ona itaat ettiler. Doğrusu onlar yoldan iyice çıkmış bir toplum idi.” (Zuhrûf, 43/54)

(-) Birinci basamaktaki insanlar, serkârlar; daha güzel ifadesi serkerler..

(-) ikinci basamakta, onu alkışlayanlar..

(-) üçüncü basamakta ona destek olanlar..

(-) dördüncü basamakta, onun gözünün içine bakanlar..

(-) beşinci basamakta, artık tamamen ona zıt gibi görünen, ezilmeyi hak edenler.. ondan sonra altıncı basamak, yedinci basamak, sekizinci basamak, dokuzuncu basamak…

(-)  “Bunların hepsi ezilmeyi hak eden insanlar. [15]

(-) Tiranlar, “Benim var olmam, benden başkasının yok olmasına bağlıdır.” Derler. [16]

(-) bir kısım vehimlere kapılarak “Şuna sahip oldum, buna sahip oldum; elimden alırlar bunları!” mülahazasına kendinizi kaptırırsanız, hiç farkına varmadan paranoyanın değişik mertebelerinde, değişik makamlarında bir yer tutmuş olursunuz.

PARANOYAK RUHLAR:

1-Kırık Testi: PARANOYA İHTİYACI_ 12/02/2017

http://www.herkul.org/kirik-testi/kirik-testi-paranoya-ihtiyaci/

2-Kırık Testi: Paranoyak Ruhlar_ 15/01/2002

http://www.herkul.org/kirik-testi/paranoyak-ruhlar/

D- SALİM DÜŞÜNCEYLE ORTAK AKLA TALİP İNSANLAR

Çok insanda olabilir paranoya, hafizanallah. Vehimlere bağlanabilir insan; vehimlere göre hareket edebilir. Ama zannediyorum bu mevzudaki problemleri, o isi-pası silecek bir şey var ise,

(+) O da akl-ı selim, kalb-i selim, ruh-i selim, hiss-i selim heyeti ile meşveret ederek meseleyi götürmektir.

(+) Sâlim düşünüyorlar, sâlim hissediyorlar, sâlim konuşuyorlar, sâlim ruhları var…

Allah’ın izni-inayeti ile… sâlim ruhlar ile meseleleri meşveret ederek götürür iseniz, sürçmezsiniz,

(+) sâlim ruhlar ile meseleleri meşveret ederek götürür iseniz, Salmazsınız kendinizi zift çağlayanına, hafizanallah!.. Akmazsınız zift deryasına, hafizanallah!..

E- TEVAZU İLE HİÇLİK ÇAĞLAYANINA TALİP OLANLAR

(+)  Koca Mevlânâ… Büyüklüğü ve söz sultanlığı yanında o ölçüde de mütevazı ve mahviyet içinde… O, Peygamberi izleyenlerin başında gelenlerden birisi sayılır; Gazzâlî gibi, Ömer İbn Abdülaziz gibi, Çağın Sözcüsü gibi…

(+) Şahısları adına yaşamamışlar; kendi şahısları itibarıyla fânî olmuşlar.

(+) Kendilerini “hiç”leştirmişler, içtenleştirecekleri şeyleri içtenleştirince, kendilerini “hiç”liğe salmışlar, hiçlik çağlayanına…

(+) Geriye dönüş imkânı olmayan o hiçlik çağlayanı, her şey olma deryasına onları alıp götürmüş…

(+) Mübarek başı, her zaman Hazreti Rasûl-i Zîşân’ın kapısının eşiğinde; ne diyor ise, O’na diyor ve dediği şeyi, O’nun vasıtası ile Sahibine ulaştırıyor.

(+)  Bize gerçek mü’min olma yolunu gösteriyor.: Bir gözü insanlarda, onlara hakikati gösterme adına; bir gözü hep ötelerde, ötelerin ötesinde, ötelerin ötesinde…

(+)  “Ben yaşadıkça Kur’an’ın bendesiyim, Hazreti Muhammed’in ayağının tozuyum; biri benden bundan başkasını naklederse, ondan da bîzârım, o sözden de bîzârım!..”

(+) “Kul oldum, kul oldum, kul oldum! Ben Sana hizmette iki büklüm oldum. Kullar âzâd olunca şâd olur; ben Sana kul olduğumdan dolayı şâd oldum.” 

(+) O mevzuda insanın iradesinin hakkını vermesi, belli bir gayret sarf etmesi gereklidir. [17]

(+) Tıpkı bir çocuğun hayatı öğrenmesi adına, annesinin-babasının yanında, evinde-yuvasında gelişip büyümesi gibi… kademe kademe -esas- insanlığa doğru yürür. Gayr-ı iradî, taklit bu[18]

(+) Allah yolundaki yolcular, Peygamber yolunun yolcuları, birden bire -böyle- kendilerini zirvede bulamazlar. Evvela kendi nefisleri itibarıyla “fenâ” bulacaklar, kendilerini yok sayacaklar;

(+) Allah’ın emirlerinin boynu tasmalı, boyunlarında kement birer bendesi -âzâd kabul etmez birer bendesi- sayacaklar.

(+) Yaptıkları iyilikleri görmezlikten gelecekler; sadece Allah’ın bir lütfu olması itibarıyla “tahdîs-i nimet” nev’inden “Bu da Sen’den!” mülahazasıyla “Elhamdülillah!” demek suretiyle mukabelede bulunacaklar.

(+)  “Değildir bu bana layık, bu bende…” Bir bende (köle), ben… “Bana bu lütf ile ihsan, nedendir?” [19]

F- GÜNAHA KARŞI TEVBE VE MAĞFİRETE TALİP OLANLAR

(+) “Her günah, onu işleyenin kalbinde siyah bir nokta/leke oluşturur; eğer kul tevbe edip mağfiret dilenirse kalbi yine parlar, fakat günaha devam ederse, o lekeler nihayet kalbini istila eder.”

(+) Tahdîs-i nimetin yanı sıra, çok küçük, göz açıp-kapama ölçüsünde bir haramı da hayat boyu unutmama, bir şüpheli şeyi hayat boyu unutmama…

(+)  Her aklına geldiğinde “Bir kere değil, elfü elfi estağfirullah! Bir milyon estağfirullah! [20]   

(+) Onun için, ister iyilikler ve güzellikler, isterse kötülükler, başta çok küçük bir nokta olarak başlar. [21]

(+) Bir söz var, “Bir kere yalan söyleyen, sonra hayat boyu yalan söyleyebilir!” Bir kereye bile kapıyı aralamamak lazım.

E- NAMAZ KAHRAMANLIĞINA TALİP OLANLAR

(+) İnsan namazı, Cenâb-ı Hakk’ın azametini vicdanında duyarak eda etmelidir.

(+)  Belki rükûa o emri düşünerek gitmelidir. Kütüb-i Fıkhiyedeki meseleleri düşünerek rükûa gitmek değil; “Ben, O’nun karşısında eğilmeliyim!” mülahazası ile,

(+)   “Yahu iyi ki Cenâb-ı Hak bunu emretmiş, ‘Rükû!’ demiş!” duygusuyla eğilmek…

(+) Sonra, âdetâ rükûdan doğrulup bir kere daha murâd-ı Sübhânîyi temâşâ ediyor gibi, bir kere daha yukarılara bakmak

(+)  “Yahu yetmedi O’nun karşısında eğilmek!” hissiyle bu defa secdeye kapanmak…

(+)  Emirlerin dürtüsü ve itişi ile değil esasen; meseleyi vicdanında derinlemesine duymak suretiyle…

NAMAZ KAHRAMANLIĞI

1-“NAMAZ KAHRAMANLIĞINA” ADAY YENİ / YENİLENEN İNSAN

https://muzakereodasi.com/namaz-kahramanligina-aday-yeni-yenilenen-insan/

2- Kırık Testi: NAMAZ_ 19/02/2017

http://www.herkul.org/kirik-testi/kirik-testi-namaz/

3- Kırık Testi: NAMAZI HİSSETMEK İÇİN NE YAPTINIZ?_ 08/04/2018

http://www.herkul.org/tag/namaz-kahramani-olabilmenin-uc-sarti/

G- MARİFETTEN MUHABBETE TALİP OLANLAR

(+) Meseleyi vicdanında derinlemesine duymak, İnsan, bunu hedefleyip yürür ise, farkına varmadan bir gün bakarsınız, iman-ı billahtan marifetullaha sıçramış; marifetullahtan da muhabbetullaha.

(+) Marifetten muhabbete…

(+) İman-ı billahtan marifetullaha… Marifetullahtan muhabbetullaha… Muhabbetullahtan zevk-i ruhânîye… Sonra Hazret’in ısrarla üzerinde durduğu gibi, aşk u iştiyak-ı likâullaha. O ufka talip olmak lazım. [22]

(+) Bilmeyen sevemez; her şey ile bileceksiniz O’nu!.. Sizin anatomik yapınızdan, bu varlığın şahitliğine kadar her şey ile…

(+) Sizde Allah (celle celâluhu) onu hatırlatıyor; tıpkı bir kitabın fihristi gibisiniz. [23]

(+) Fakat insanın, meseleleri evvelâ fihristte, kendi anatomisinde okuması lazım. âfâkî düşünceden evvel, enfüsî düşünce esasen… (Hazreti Pîr’in mülahazasına ircâ edecek olursak)[24]

MARİFETTEN MUHABBETE

1- KALB VE RUHUN HAYAT DERECELERİNE YÜKSELEBİLENLER VE  CUMA YAMAÇLARI RASATHANESİNDEN CEMÂLULLAH’I MÜŞAHEDE EDECEKLER

https://muzakereodasi.com/kalb-ve-ruhun-hayat-derecelerine-yukselebilenler-ve-cuma-yamaclari-rasathanesinden-cemalullahi-musahede-edecekler/

2-Bamteli: DERT, RIZA VE RECÂ_ 23/09/2018.

http://www.herkul.org/bamteli/bamteli-dert-riza-ve-reca/

3-Bamteli: İNSANLIK KALESİNİN TAMİRİ_ 29/07/2018.

http://www.herkul.org/bamteli/bamteli-insanlik-kalesinin-tamiri/

4-MÂRİFET – MUHABBET VE MEDYUNİYET_ 12/04/2010.

http://www.herkul.org/kirik-testi/marifet-muhabbet-ve-medyuniyet/

H- ÎSÂR RUHUNA TALİP OLANLAR

(+)  Îsâr ruhu… Başkalarını kendine tercih etme[25]

(+) Bu açıdan kapıları en küçük bir aralıkla bile o türlü şeylere açmamak lazım. Hatta imkânı var ise; -mesela- size milletvekilliği, valilik, kaymakamlık teklifi geldi, “Yahu bunu falana verseniz, daha iyi olur!” demelisiniz. [26]

ÎSÂR RUHU

1-GERÇEK ZENGİNLİK: “ÎSÂR RUHU İLE YAŞAMA “

https://muzakereodasi.com/gercek-zenginlik-isar-ruhu-ile-yasama/

2-Kırık Testi: Îsâr Ruhu_ 11/10/2015

http://www.herkul.org/kirik-testi/kirik-testi-isar-ruhu/

3-Îsâr Ruhu: Başkalarını Kendine Tercih Etme Ufku_ 22/09/2013

http://www.herkul.org/bamteli/isar-ruhu-baskalarini-kendine-tercih-etme-ufku/

4-Fedâkarlık Ufku: Îsâr Ruhu_ 06/06/2011

http://www.herkul.org/bamteli/fedakarlk-ufku-azsar-ruhu/

İNSAN NEYE TÂLİP İSE, KIYMETİ ONA GÖREDİR. 

1-Bamteli: TALEBİN KIYMETİ VE NİYETTEKİ DERİNLİK_ 29/04/2018

http://www.herkul.org/bamteli/bamteli-talebin-kiymeti-ve-niyetteki-derinlik/

2-Bamteli: ÂDEMİYETTEKİ SIR VEYA ÇEŞİT ÇEŞİT ADAMLAR_ 16/12/2018

http://www.herkul.org/bamteli/bamteli-ademiyetteki-sir-veya-cesit-cesit-adamlar/

***

[1] Bu, “min indi nefsî” benim söylediğim bir söz değil; Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyuruyor.

[2] Onu diyordum. İnsanlığın İftihar Tablosu buyuruyor ki: “Her günah onu işleyenin kalbinde siyah bir nokta oluşturur, bir leke yapar. Eğer kul, tevbe edip vazgeçer, mağfiret dilenirse kalbi yine parlar. Döner tekrar günah işlerse, o lekeler artar, nihayet kalbini ele geçirir. İşte Kur’ân’da yüce Allah’ın zikrettiği “râne” budur.” Evet, her günah -bir yönüyle- ikincisine çağrı olur.

Burada (ayetteki “râne” kelimesinde) “Sekit” var; esasen orada -bir- kıraat açısından, -bir de- Kur’an’ın iç musikisi açısından, mazmuna dokunmama açısından bir nefes alma söz konusu. Mazmuna dokunacak olursanız, “ber-râne” diyeceksiniz, “berrâne” (بَرَّانَ) deyince de mana değişiyor; hayır “bel-râne” (بَلْ رَانَ) diyeceksiniz, bir soluk alıp verme ile. “Reyn” esasen, kalbde bir reyn…

Bir reyn, hafif bir şüphe, bir reybîlik şayet bir güve gibi musallat olur ise kalbe, ikincisine çağrı, üçüncüsüne çağrı, dördüncüsüne çağrı, beşincisine çağrı…

[3] Evet, şayet öyle bir şey olursa, o da kendini bulacağı yerde bulur zaten. Öyle biri var ise, içinden geliyor ise şayet, o da onu bildiğinden dolayı sükûtu tercih etmiştir. Dolayısıyla çürüme de kaçınılmazdır.

[4] Evet, “Amnofis” deyince, bir menkıbeyi hatırladım; her hadise bir şeyi çağrıştırıyor; arz edeyim: Bir gün şeytan Amnofis’in yanına geliyor. Hazreti Musa’ya muasır olan Firavun’a, Mehmet Akif, “Amnofis” diyor. O mu, yoksa başka bir adı mı var, İbnü’ş-Şems filan mı? Şeytan gelip diyor ki: “Yahu saçın-sakalın artık bembeyaz oldu senin. Hala أَنَا رَبُّكُمُ الأَعْلَىdiyorsun. ‘Benden büyük tanrı yok!’ diyorsun. ‘Ayağımın dibinde bu su akıyor; Musa kim, o kim oluyor ki benimle boy ölçüşsün!’ diyorsun.” -Bunların hepsini Kur’an-ı Kerim anlatıyor; mazmun olarak ifade ediyorum.- “Artık sen bu dediğin şeylerden vazgeçsen!” diyor. İhtimal, herhalde Firavun bir kahkaha atıyor; şimdikilere de deseniz, kahkaha atarlar: “Sen git, yarın gel!” diyor şeytana. Demek ki bazen insan o duruma düşüyor ki, hakikaten şeytan bile onun edip-eylediği şeylere akıl erdiremiyor. “Sen git, yarın gel!” diyor. Gidiyor. Ertesi gün kalkıyor; Kahire -yerleri Kahire Firavunların- sokaklarından içeriye girence, bakıyor ki, insanların bazıları dört ayağı üzerine çömelmiş, yerde -bağışlayın- inek gibi böğürüyorlar.. bazıları merkûp gibi anırıyorlar.. bazıları at gibi kişniyorlar.. bazıları koyun gibi meliyorlar.. bazıları köpek gibi havlıyorlar.. bazıları bilmem ne gibi uluyorlar… Şaşırıyor şeytan bu hale; geliyor diyor: “Nedir bu hal böyle; bütün Kahire’nin sokaklarını böyle şeyler ile gördüm.” Firavun, “İşte bunlar, benim bendegânım; arkamdan koşturup duran sürüler. Ben, أَنَا رَبُّكُمُ الأَعْلَى dediğim zaman, bunlar da ‘Evet!’ dediler bana, sürüklendiler arkamda. Fakat bak senelerden beri Harun ile Musa’ya söz geçiremedim ben!” diyor.

[5] Başta küçük bir açıdır fakat makas açıldıkça açılır, açıldıkça açılır, açıldıkça açılır. Bu “ani’l-merkez” doğrudan kaçma/uzaklaşma… “Merkez kaç” demek… “Ani’l-merkez hareket!” derdi eskiler; şimdi merkez kaç… Açıldıkça açılır, açıldıkça açılır, açıldıkça açılır;

[6] Şair arkadaşımın ifadesi ile, “İsyan deryasına yelken açmışım / Kenara çıkmaya koymuyor beni.” Alır götürür onu; bir yönüyle şeytanın hazırladığı gayyâya götürür, farkına varmadan… “Dünya geçicidir, burada kalınmaz / Ne kadar mal olsa, murad alınmaz / Gafil olma sakın, geri dönülmez / Yürü dünya yürü, sonun virandır / Meded, bundan sonra ahir zamandır.”

[7] Mesela; eksiği-gediği bulunan, basit bir zeminden önemli, hayatî bir yere gelmiş olan, daha net konuşacak olursak şayet, fakir bir aileden, gecekonduda oturan bir aileden gelip birden bire kendisini imkânlar içinde bulan kimseler bu maraza yakalanabilir. Böyle biri, Cenâb-ı Hak imkânlar verince, küstahlaşır; bir yönüyle, herkese tepeden bakmaya başlar.

[8] Firavunlar için de böyle olmuştur; Hitler de aynen böyledir. Bunların sergüzeşt-i hayatlarına baksanız, hayatlarını doğru okusanız, sonra onu soyut resim yapan bir ressama verseniz, resim çizse, hepsi için aynı şekli çizecektir; hepsi birbirine çok iyi benzerler bunların.

[9] Mesela, Şah, “Neme lazım, ya Humeyni gelirse!.. Benim saltanatım gider!” falan paranoyası yaşar. Başka yerlerde de öyle… Saddam, “Ya Ekrâd içinden birisi kalkar Humeyni gibi gelirse!… Ben Irak’ta saltanatımı kaybederim!” paranoyasıyla yaşamıştır. Öbürü Yemen’de “Humeyni gibi birisi gelirse, ben saltanatımı kaybederim. Oysaki kaç yerde, birkaç tane sarayım var benim.. bir yerden bir yere giderken elli tane zırhlı araba ile gidiyorum ben.. âdetâ ordular koruyor beni.. milletin başında bulunan ben, o milletimin başında, olmazsa olmaz gibiyim!” paranoyasıyla oturup kalkmıştır.

[10] “Yok mu etrafımda insanlar, şu gölgeye ateş etsinler; cin olabilir bu!” filan… “Büyücüler var ise şayet, bu cini savmak için gelse, bir şey okusalar!” falan… Var ise bir insanda böyle paranoya, başvurmadık şey bırakmaz o.

[11] Camiye gelirler, ön safa geçerler, halkın içinde görünürler. Zat-ı Ulûhiyetin nâm-ı Celîlini tekrar eder dururlar; “Peygamberimiz!” derler. Bazen -o gün o moda olur ise- “Kur’an Müslümanlığı!” derler; bazen “Hadis Müslümanlığı!” derler; bazen “Fıkıh Müslümanlığı!” derler. Siz başka bir şey söylemiş iseniz, mutlaka kendilerine göre farklı bir şey söylerler. Bazen “İmamlar da kim oluyor? Kur’an bize yeter!” derler. Ben bunları söylerken, zannediyorum hatırlıyorsunuzdur; siz sosyal medyada duymuşsunuzdur bunları; şu ağzı-gözü bozulmuş, İslam dünyasının başına musallat olmuş eşrârın ağzından, şerâreler halinde akan bu şeni’, bu deni şeyleri defaatla duymuşsunuzdur.

[12] İşte Firavun’un kullandığı gibi… “Baksana, Kamer Dağı’nın içinden çıkan Nil Nehri, altı ayda, bir senede boşalttığı su itibarıyla, o dağın hacminden çok daha büyük. Nereden çıkıyor o su? İşte o benim ayaklarımın dibinden aktığına göre, demek bende bir şey var! Bu insanlar beni alkışladıklarına göre, bunca insan yalan mı söyleyecek?!. Buna ister ‘tevatür’ deyin, isterse ‘meşhur’ deyin, bunca insan yanılmaz; demek ki bende hakikaten alkışlanacak bir yan var ki, alkışlıyorlar.” der. Ve onu kaybetmemek için elinden gelen her şeyi yapar. Takdir edilmeyi kaybetmemek için elinden gelen her şeyi yapar. “Bilerek dünya hayatını ahiret hayatına tercih ettiği” için, o mevzuda elinden gelen her şeyi yapar. Dolayısıyla biraz evvelki mülahazalara bağlı olarak işi götürecek olursak şayet, bünyesine bir güve düşmüştür bunun, hiç farkına varmadan, onu kemiriyor, kemiriyor, kemiriyor. Fakat o, bunun farkında değildir. İç deformasyon yaşıyor demektir, bir iç çürümesi yaşıyor demektir.

[13] “Hevâ-i nefsime uydum, pek çok günah ettim / Huzura hangi yüzle varayım, ya Rasûlallah!” diyor, hevâ-i nefsine hiç uymayan Leyla Hanım, Diyarbakırlı. Evet, مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ Nefsini/hevâsını ilah ittihaz eden; içten gelen dürtüleri ne ise şayet, taparcasına onların muktezasını yerine getiren, hafizanallah…

[14] hukuk yoktur, adalet yoktur onların kitaplarında; çünkü onlar, kitapsızdır. Kitap da okumazlar onlar. Belki şöyle-böyle diploma almışlardır fakat diplomalı cahillerdir hepsi.

Firavun’un “Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor!” şeklindeki ifadeleri de Hazreti Musa’ya karşı mele’ini kışkırtmaya matuf… Mele’, onun mâbeyn-i hümayunu, sergerdanları. Tabiî öyle serkerin aynı zamanda sergerdanı olması gayet normal. Mele’, o demek, Kur’an-ı Kerim’de geçen bir kelime; mâbeyn-i hümayun veya meclistekiler, meşveret halkı filan diyebilirsiniz. Onun halkı kışkırtması da bu tür paranoya mıydı, yoksa zulmüne bir bahane mi? Esasen zulme bahane bulma da yine paranoya ile irtibatlandırılabilir. Esas, “Yaptığım şeyleri yapacağım!” ilhâdı. Yaptığı şeylerin hepsi zulüm; yaptığı şeylerin hepsi zulüm… Ama insanları sindirme, bastırma, biraz evvelki menkıbe münasebetiyle bahsettiğim gibi, halkı o hale getirme…

[15] Kast sistemi Hindistan’dan mı Mısır’a gitti, Mısır’dan mı Hindistan’a gitti, belli değil! İnsanları tabakalandırma… Bunları ezmezseniz şayet, muhtemel -binde bir ihtimal- bunlar gelir sizi ezerler, Kahire’yi sizin elinizden alırlar, Ahramlara otağlarını kurarlar ve dolayısıyla bugüne kadar çırpınıp durduğunuz, çırpınıp durarak elde ettiğiniz şeyleri kaybetmiş olursunuz.

[16] Elli türlü zillete katlanarak elde ettiğin bu şeyi, üç-beş tane çapulcunun gelip senin elinden almasına göz yumuyor isen, sen, akılsızsın demektir. Öyle ise, bunların hepsinin kökünü kazımak lazım, kezzap döküp kurutmak lazım onu; benim yaşamam, bu saltanat ve bu debdebe ile yaşamam, buna bağlıdır. Benim var olmam, benden başkasının yok olmasına bağlıdır. Ya benim gibi düşünecekler veya hukuksuz, kanunsuz bunların hepsi ölümü hak etmişler demektir.”

İslam dünyasında olan şey, bu!.. Derdest edip götürüyor Saddamcılar, Kazzafîciler; derdest edip götürüyorlar, “Senin suçun var!” diyorlar. “Yok yahu, ben bir şey yapmadım!” diyor masum. “Ee bir şey yapmadığını ispat et!” diyorlar. Bakın, ne hukuk mantığı bu!.. Vallahi böyle bir mantıksızlık karşısında ve bir de buna mukabil sesini çıkarmayanlar karşısında şeytan -zannediyorum- zil takıp oynuyordur. “Hiçbir zaman insanlık üzerinde bu kadar hâkimiyet tesis edemedim ben! Yirminci asrı, Allah (celle celâluhu), benim için yaratmış; bencil, egoist insanlar, tam bana göre insanlar!.. Sanki bu asır, benim asrım!.. Enâniyet asrı; egoizma, egosantrizma, narsizma asrı…” diyordur.

[17] Birden bire Cenâb-ı Hakk’ın ekstra bir lütfu olabilir, kimse ona bir şey diyemez; fakat objektif olan, başta yapması gerekli olan şeyler neler ise, onları yapmak, ondan sonra yapacağı şeyleri yapmak, ondan sonra yapacağı şeyleri yapmak, ondan sonra…

[18] Bir gün sürünmeyi öğrenir, emeklemeyi öğrenir; bir gün düşe-kalka yürümeyi öğrenir; bir gün kem-küm ederek konuşmayı öğrenir; bir gün doğru konuşmayı öğrenir; bir gün yaptıklarını yapar, kademe kademe -esas- insanlığa doğru yürür. O evde ne ölçüde, o hanede ne ölçüde insanlık var ise, onu zirvede yakalamaya çalışır. Gayr-ı iradî, taklit bu…

[19] Alvar İmamı’nın ifadesini hatırlattı bu söz:  Bana bu lütf ile ihsan, nedendir?!. Kendimi hiç layık görmüyorum ama çevreme bakıyorum, Cenâb-ı Hakk’ın bir sürü lütfu, selviler gibi boy atıp gelişmiş, ekinler gibi başağa yürümüş!..

[20] Gözlerime hâkim olamadım, harama baktım! Ayaklarıma hâkim olamadım, hayvanlığa düştüm, harama doğru yürüdüm! Elimi kontrol edemedim, harama el uzattım! Alkışlanmaya kendimi kaptırdım, dünya sevgisine kendimi saldım!..” Bunlar da Allah belası birer çağlayandır!.. Allah belası çağlayanlar; bunlar da insanı şeytan deryasına alır götürür, geriye dönmeye de imkân yoktur artık, hafizanallah.

[21] Bu kâinat bir çekirdekten var olmuş, trilyon trilyon trilyon seneler geçmiş. Oysaki “Kün fe-kân tezgâhı”ndan çıkınca mesele, bir anda her şey oluverirdi; öyle jeolojik dönemlere, milyar senelere ihtiyaç yoktu; fakat âdet-i İlahiye bir şey öğretiyor. Sizin gelişmelerinizde de aynı şey söz konusu; düşüşünüzde de aynı şey söz konusu…

[22] Bütün sofiler de bu konu üzerinde durmuşlar. Böylece insan, Allah’a âşık olur; Mecnûn’un Leylâ’ya aşkının çok ötesinde… Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna çıksa, Cenâb-ı Hak, onu huzur-i kibriyâsına alsa, orada da bayılır, kendinden geçer, yine “Allah!” der. Esasen, aşkını seslendirir, bir ney gibi aşkını seslendirir; âdetâ göremez, duyamaz, ihata edemez, aşkını seslendirir.

Zira bir insanın kıymet-i harbiyesi -bir yönüyle- talip olduğu şeylerin kıymet-i harbiyesi ile mebsûten mütenâsiptir (doğru orantılıdır). Neye talip iseniz, kıymetiniz odur sizin!..

[23] Bu koskocaman varlık ki,  siz onun fihristisiniz. Koskocaman varlık âdetâ büyük bir insan; siz de küçük bir varlıksınız, onun özeti/hülasası… Sizde Allah (celle celâluhu) onu hatırlatıyor; tıpkı bir kitabın fihristi gibisiniz. O fihristi iyi belleyen insan, hiç şaşırmadan kâinatın sokaklarında çok rahat dolaşır, şaşırmadan… Uğradığı herkesten selam alır, uğradığı herkese selam verir geçer; taşa, toprağa, ağaca, suya, akan ırmağa, karıncaya, kuşa, her şeye selam verir geçer. Hepsi, o tekvinî emirler mecmuasının bir kitabıdır.

[24] Yoksa siz o meseleyi fihristte çözmemiş iseniz, o geniş âlemde kafa dağınıklığına maruz kalabilirsiniz, meseleyi kuşatamayabilirsiniz, hafizanallah.

[25] “Bu imamete sen layıksın, lütfen geç; ne olur, Allah aşkına geç! Allah aşkına sen vali ol! Allah aşkına sen kaymakam ol! Allah aşkına sen milletvekili ol! Ben de seni seçenlerden olayım!..”

[26] Hazreti Ömer ile Ebu Bekir arasında olduğu gibi; radıyallahu anhüma elfe merrâtin, bin defa Allah onlardan razı olsun. O, onun elini tutuyor, “Ben, buna biat ediyorum!” diyor; o da “O, Efendimiz’den (sallallâhu aleyhi ve sellem) hiç ayrılmayan bir insan, ben ona biat ediyorum!” diyor. Zannediyorum, bu meseleyi uzatabilirlerdi; fakat vakit israfı olurdu, orada kafa dağınıklığına sebebiyet verirdi, başkaları farklı düşüncelere girerdi. Yoksa Hazreti Ebu Bekir durmadan Ömer’in elini sıkardı, Hazreti Ömer de Ebu Bekir’in elini sıkardı; kalkar “Olmadı bu!..” der Hazreti Osman’ın elini sıkarlardı; “Olmadı!” der, Hazreti Ali’nin elini sıkarlardı. Teşettüt-i ârâya, düşünce karışıklığına/karmaşasına sebebiyet verirlerdi.